22 Haziran 2010



Hava güzel olsa bile avludan geçmememin sebebebidir. Avluya çıkacaksam bile yine oradan geçer, en azından yarısından, öyle çıkarım. Köşeyi döndüğümde karşıma ilk olarak çesanlar ve onlara asılı paftalar ve maketler çıkar. Doğru saatte geldiysem az ışık alıyor olur ve sonuna doğru iyice karanlıktır.
Geç kalmış olsam bile asla acele etmem. Çesanların arasından yavaş yavaş, bazen asılı pafta ve maketlere, bazen tavana ve çelik desteklere, bazende döşemeye bakarak yürürüm.
Döşemenin aynı seviyede olmayan, eski ve bozulmuş hali yürüdüğümü hissettirir. Tavanın yüksekliği rahatlatırken, duvarlarla beraber sankü bükülüp konmuşçasına durması sinirmi bozar.











Bu yerden içeri ilk girdiğimde derin bir koku gelir.Tarih, yaşanmışlık
hepsi bir arada bu mekanda. Bu koku tarihin, yaşanmışlığın kokusu.
Bu yerin sadece iki duvarı pencereye kaplı. Fakat o pencerelerden
o kadar çok ışık giriyor ki içerisi birden aydınlanıyor. Aydınlık bir
geleceğe giden bir yol burası sanki. Bu mekanın içindeki nesneler
iyi bir gelecek elde etmek için kullanabileceğimiz nesneler.
Yukarıya baktığımda asma katlar görüyorum. Asma kata çıkmak
için merdivenlere yöneliyorum. Fakat karşıma rıhtları boşluktan
oluşan bir tahta merdiven çıkıyor. Konforsuz ve ürkütücü görünüyor.
Aşağı bakmak için yavaş yavaş dikkatlice çıkıyorum o merdivenleri.
Etrafıma bakıyorum pencerelerden uzak ve yüksek olmasından
kaynaklanan loş bir ortam. Tavanın bazı yerleri biraz basık olsa
da rahat bir ortam gibi görünüyor. Üstte uzun ince koridordan oluşan
bir asma kat daha var. O asma kata merdivenin ucundan bakıp iniyorum.
Bu asma katın korkulukları neredeyse yok gibi. Giriş katına inip çevreme
baktığımda asma katların bu kadar yüke ve yıla rağmen dimdik ayakta
durduğunu görüyorum.





Hiç yorum yok: