22 Haziran 2010


Bir dünya. Öyle ki, içinde dünyalar var. Basit bir "yürümek" eyleminin kendini o dünya üzerindeki herhangi bir noktadan o dünyanın kendisine kadar çok farklı şeyler hissettirebileceği bir yer burası. İçine girdiğin an her rengin her tonu her yerden fışkırıyor sanki. Seslerin kavgasını duyuyorsun ve kendine bir yer seçiyorsun. Kırmızı ya da mavi, büyük ya da küçük hissedebileceğin bir yer.
Merkezinde bir nokta var. Renklerin sadece en parlakları kalmış orada. Kocamansın. Kafan göğe değecek boyun biraz daha uzun olsa. Senin için yapılmış sanki; dünyanın kendisi gibi hissedebilesin diye. Kim seçerse orayı onun için yapılmış. Sırtını gürültülere döndüğün an sen ve sen kalıyorsunuz. Rengini seçiyorsun ve başlıyorsun yaşamına. Noktanın varlığı küçültmüyor seni, boğmuyor. Daha ilerisi yok çünkü oranın. Gidebileceğin maksimum uzaklığa ulaşmışsın. Yol boyunca sen büydükçe dünya küçülmüş, nokta kadarsınız ikiniz de. Hiçbir dayatma yok "Sen beyazsın" ya da "Sen ağaçsın, kuşsun." diye. Her şeyin en fazlası var sadece, her şey sana kalmış. O gün kırmızıysan orada kıpkırmızısın. O gün kuşsan orada uçuyorsun. Senin kadar çünkü, senin gibi bu yüzden de. Daha çok senin için.
Ulaşana kadar bütün farkındalıklarını yaşayıp bütün dünyaları görüp kendini farket diye yapılmış bu yerde daha çok siyahı gördüm ve yalnızlığı.Dünyanın kendisi oldum, dünyamı şekillendirdim.
Güneşin etrafında dönmüyor bu dünya. Baskıcı, sana yapman gerekeni söyleyen o dünya gibi değil çünkü. İhtiyaç duymuyor zaten.

Hiç yorum yok: